Sevincleri aratan, sevgiyi yaralayan bu dusunceler,
hisler, unutulmayanlar ve unutamayanlar,
bu evin su kosesinde toz, obur kosesinde olum gorenler,
en son anda tutunup takildigimiz inanclar,
koru korune erir yok olur iste butun bunlar.
Bu kara golun dibini tutarlar da
halen batmaya devam ederler camura, karanliga,
gomulurler canli canli onlara bicilen mezara.
Aziz birer acidir kalpleri kesen kirik cam parcalari,
paramparca bir cay takimi, kirmizi kadehler, kanli eller,
belki butun bunlar arinmayacak karalari aklar,
su misali gokyuzu kadar sessiz ve duru,
erken bir ilkbahar sabahi yogunlasir
bir yapragin ucunda, korkmadan korkmaktan.
Ya da belki bir cehennem sicagi gibi coker ustumuze
istenmemis sevgiler gibi, alaca ama sakin.
Tikanirsa nutkumuz iste o anda, agirlasirsa kelimeler,
isyan eder su akil varoldugunun en aci anisina.
Uzaklardan gelen bir telas alir o zaman
bu coken kokmus evi, tarih cagirir olume,
zaman sorar herkese, insan anlamaz halinden,
sular alir selini, delik terlikleri ve narin merdiveni.
Bos sandalyeler halen sicak ve nemli
adeta sahipleri biraz once kalkmis gibi,
kaynayan suyu ocaktan almaya,
unutulacaklari hesaplamaya,
iste budur nutku basan ruya.
Ve o an gelir, yikilis,
tum edasiyla alir bu yikilan evi,
geriye kalan kirik resim cercevelerini,
tozlu siyah beyaz fotograflari, yirtik dantelleri,
kremit duvarlardaki el izlerini.
Emin Saglamer